Aşağıdaki sorulara ne yanıt vereceğinizi düşünmek için bir an durun:
1. Çok iyi bir şekilde ve sürekli olarak yaptığınızda, kişisel yaşamınızda önemli, anlamlı ve olumlu sonuçlar vereceğini bildiğiniz tek etkinlik nedir?
2. Çok iyi bir şekilde ve sürekli olarak yaptığınızda, meslek ya da iş yaşamınızda önemli, anlamlı ve olumlu sonuçlar vereceğini bildiğiniz tek etkinlik nedir?
3. Bunların o kadar önemli ve anlamlı değişimlere yol açacağını biliyorsanız, şu anda neden yapmıyorsunuz?
Yanıtınız üzerinde düşünürken, zamanımızı kullanış tarzımızla ilgili seçimlerimizi yöneten iki birincil etkene bakalım: Aciliyet ve önem. Her iki etkenle ilgilensek de bunlardan biri zamanımıza ve yaşamımıza bakarken kullandığımız merceği oluşturan etkenlerdir.
ACİLİYET: Aciliyet etkeninin seçimlerimize ne kadar güçlü bir biçimde etkilediğini çok azımız fark eder. Telefon çalmaktadır. Bebek ağlamaktadır. Birisi kapıya vurmaktadır. Bir iş için son gün yaklaşmaktadır.
“Buna şimdi ihtiyacım var.”
“İşin içinden çıkamıyorum, hemen gelebilir misin?”
“Randevuna geciktin.”
0 – 25 yaş arasında aciliyetin zihninizdeki yeri önemsiz
26 – 45 yaş arasında aciliyetin zihninizdeki yeri güçlü
46 ve üzeri yaş arasında aciliyete bağımlısınız.
Aciliyet Bağımlılığı
Bazılarımız, kriz anlarındaki adrenalin taşmasına öylesine alışıyor ki, bir tür heyecan ve enerji kaynağı olarak buna bağımlı hale geliyor. Aciliyet nasıl bir his verir insana? Gerginlik? Baskı? Stres? Yorgunluk? Tabii. Ama doğruyu söylemek gerekirse, bazen de coşku verir. Kendimizi işe yarar hissederiz. Varlığımızın bir nedeni olduğunu sezinleriz. Ve giderek bu işte mükemmelleşiriz. Ne zaman bir sorun çıksa, kasabaya iner, atlı patlarımızı çektiğimiz gibi, sefil herifi yere serer, namludan çıkan dumanı üfleyerek, yine atımıza atlayıp gün batımına doğru bir kahraman edasıyla gözden kayboluruz. Anında sonuç alır ve anında doyuma ulaşırız.
Acil ve önemli krizleri çözerken geçici bir yücelik duygusuna kapıldım. Çünkü ortada önem yoksa, aciliyet şırıngası o denli güçlüdür ki, sırf hareket halinde kalabilmek için acil olan herhangi bir şeyi halletmek bizi cezbeder. İnsanlar bizden sürekli bir şeylerle ilgilenmemizi, aşırı iş yüklü olmamızı bekler. Toplumumuzda bir statü simgesi haline gelmiştir bu: Meşgulsek, önemli biriyizdir; değilsek, neredeyse bunu itiraf edemeyecek kadar utanırız. Güvenli bulduğumuz yer, meşguliyetimizdir. Bizi geçerli, popüler ve hoşnutluk veren bir kişi haline getirir. Aynı zamanda, hayatımızdaki önemli işlerle ilgilenmemiz için de iyi bir bahanedir.
“Seninle hoş bir zaman geçirmek isterim, ama çalışmam gerekiyor. Süre doluyor. İş acil. Anlarsın herhalde.”
“Egzersiz yapmaya ayıracak zamanım yok işte. Önemli olduğunu biliyorum ama acil işler öyle yığıldı ki. Belki işler biraz yavaşlayınca…”
Aciliyet bağımlılığı insanı mahveden bir tavırdır; karşılanmayan gereksinimlerin bıraktığı boşluğu ancak geçici olarak doldurur. Zaman yönetiminin araçları ve yaklaşımlarıysa bu gereksinimleri karşılamak yerine, çoğu kez bağımlılığı besler. Acil olan şeylere günbegün öncelik vermek üzerinde yoğunlaşmamızı sağlar.
Asıl sorunun, aciliyetin kendisi olmadığını kavramak önemlidir. Sorun şudur: Yaşamımızda baskın etken aciliyetse, önem değildir. “Öncelikli” saydığımız şey, acil olandır. Bir şeyler yapmaya öyle dalmışızdır ki, bir an durup yaptığımız işin gerçekten yapılması gerekip gerekmediğini sormayız kendimize. Sonuçta, pusula ile saat arasındaki boşluğu büyütürüz.
Önemli olan görevin hemen bugün, hatta bu hafta yapılması mı bu nadiren gerekir… Acil görev anında eylem ister… Bu görevlerin anlık çağrısına karşı durulmaz ve önemli gibi gözükür ve tüm enerjimizi yutar.
Geleneksel zaman yönetimi araçlarının birçoğu aslında bu bağımlılığı besler. Günlük planlama ve “yapılacak işler” listeleri, bizi aslında acil işleri önceliklerine göre sıralamaya ve yapmaya odaklandırır. Yaşamımızda ne kadar çok acil durum varsa, önemli olanlara o kadar az yer kalır.