Kalem Ve Kağıdın Büyülü Aşkı

Yazar elinde kalem beyaz boşluğuna bakıyordu. Birazdan içindeki hatıraların gölgesi tertemiz kâğıda düşecekti. Yapmak istediği ya da amaçladığı bu değildi hâlbuki. Kalbinin yaralarından oluşan sancılarını duyurabilmekti tek arzusu. Ama bazen arzu edilen ve netice birbirlerine hiç benzemez. Tıpkı annesinden bir parça olarak doğmuş ama annesi yerine babasına benzeyen bir bebek gibi.

Kalemini harekete geçirdiğinde kalem hoyratça bir darbe vurur kâğıda. Lekelenmişlikten doğan utançla kâğıt büzülür kalemin sivri ucuna doğru. O kadar acıtır ki canını, tertemiz doğadan kalemin ucuna kadar gelen ömründe hiç bu kadar acıyla hemhal olmamıştır. Kalem dayanamaz bu haline kâğıdın, hüzünlenir. Gözyaşı kapkara akmaya başlar kâğıdın üstüne. Kâğıt kabul eder bu hüzünle akan gözyaşını. Bağrını açar her bir gözyaşına; karasına rağmen…

Yazar kalem ve kâğıdın kaynaşmasından hoşnut, açar içini ikisine de. Artık aralarında namahrem kalmaz. Dökülür hepsinden sırlar. Sırdaşı oluverir üçü birbirinin. Ağlarlar beraberce. Hüzün koymaz onları sabahın serin ve sessiz saatlerine kadar. Dertleşme bitmez biri tükenene kadar. Bazen kâğıt olur bu, bazen kalem; bazen de yazar tükeniverir kalem kâğıdın önünde ve çöker dizlerinin üzerine.

Yazar ve kalemin elinden kaçıp aralarında geçenleri ifşa eden sadece kâğıt olur aylar sonra. Fakat o da bu günahını bir meta gibi satılarak ve elden ele geçerek öder.

Yıllar sonra yazılanları eline alan biri havaya kaldırır. Şaşkınlık içerisinde güneşle arasına koyar kitabı ve sorar: Bunun içinde sihir mi var? Beni alıp götüren nedir?

Bu sonu ihanetle bitmiş olan dostluğu herkes anlayamaz. Anlayanlar da o ânın büyüsüyle büyülenmişlerdir çoktan.

Alıntıdır.

Mustafa Kılınç Şifreleri